17 Şubat 2015 Salı

Sadece bir hafta yaşamadık bu hafta, ömrümüzden en az beş, on, yirmi yıl gitti. Çünkü gencecik, neşesinin, coşkusunun, tüm pırıltılarının baharında olan çok güzel bir kadın, Türkiye'de dinmek, bitmek bilmeyen kadın vahşetine bir örnek daha oldu. Suçlu yakalandı ve pişkin pişkin suçunu itiraf etti. O kadar doğaldı ki onun literatüründe bir kadına kompliman yapmak ya da onun ilgisini çekmek yerine insani özelliklerini içinde yok edip, tecavüz etmeye çalışmak ve bununla da yetinmeyip o insanı vahşice öldürmek ve çok da mühimmiş gibi üstüne bir de vakit olmadığı için cesedi toprağa gömemediğini ve benzinle yaktığını söylemek, söyleyebilmek.. Zamanın olmaması ve Türk törelerine uygun bir cenaze töreni gerçekleştirememiş olmak!! Ne "ince" bir düşünce ama pes dedirten nitelikte bir kaos!
Sonrası evine dönüş,  muhtemelen eşinin pişirdiği yemekleri - o da bir kadın ve nasıl davranıyor muallakta; ona da  mı her gece tecavüz ediyor, dövüyor, tekmeliyor bilmiyoruz - yiyip ya da sabah hazırladığı kahvaltıyı edip, tekrar sokaklarda minibüsüyle hiçbir şey olmamış gibi aşık atabiliyor.... Bir de kendinden olan çocuğuna nasıl bir baba olduğunu ve onu "sevebilme" ihtimalinin olabilmesinin mümkün  olup olmadığını düşünmeden edemiyorum...
Nasıldır bir "baba" ve "eş" tir ki...?
O gecenin öncesinde ve sonrasında  aynı realitede nefes almak, soluk vermek ve yaşayan biri olabilmek... Minübüsünde, evinde, kahvesinde ve kimbilir kaç kadına daha benzer olayı yeltenme niyetinde aramızda bulunabilmek, tanıdığımız biri olabilmek... Kirli, kanlı giysilerini çıkarıp, eşinin yıkadığı  diğer giysileri giyerek, hop sokakta belirebilmek, onunla karşılaşan daha nice kişi için  büyük bir tehdit tartışmasız! Evet canımızı o denli acıttı ki bu olay, inanın tüm haftasonu kabus bir rüyada gibiydim. İki gün boyunca bu genç kadını, ailesini, olayı, arkadaşlarını, bu sapıklaşan ve kadına her türlü şiddeti, tacizi hak gören "insan"a benzeyen ama kesinlikle insan olmayan, insan görünümlü mahlukları, tüm toplumu, etkilerini, izlerini , sevgisizliği, yanlışları ve tüm bu hazin hikayeleri düşündüm. Evet ona, onun gibilere insan diyemiyorum. Çünkü insanlar beğendiklerini birine ilgi gösterirler, sevdikleri birine değer verirler, kendinden gücü az olan insanları korurlar ya da incitmezler, zarar vermezler, öldürmezler!
Peki bunca çamura bulanmışken bu ülke kimde hatayı aramalı, ya da ne yapmalı, ne için, nasıl, ne yöntemle  mücadele etmeli?
Bir dönemin, tecavüz sahnelerinin eksik olmadığı ve mazlum insanlarla, perişan kadınlarla dolu olan Türk filmlerini mi,  minicik kızların gencecik yaşta evlendirilmesine göz yuman hukuku, aileleri, Türk milletini mi; başlık parası adı altında parayla satılan gençlerin ailelerini mi ve bunu isteyen toplumu mu; erkeklere dövmeyi, kadınlara asılmayı, tacizi ve sataşmayı erkeklik olarak öğreten abileri, babaları, akranları mı, toplumu mu, herkesi mi?
 Kimi  sorumlu tutmalıyız; hangimizi, her birimizi mi, hiçbirimizi mi??
Sevgisiz büyütülen kadınlar ve erkekler insan olabiliyor mu  ki...Nasıl olabilirler ki? Sevgisiz bitki ile büyümüyor, ya insan??
Elbette erkeklerimiz şiddet konusunda kadınlarımızla  kıyas edilemez bir boyuta ve yıkıma ulaşıyorlar. Sirkülasyonda ise şöyle gelişiyor;
Koca karısını dövüyor, kadın çocuğunu dövüyor, çocuk okuldaki, ya da sokaktaki arkadaşını dövüyor. Bu zincir  böyle otomatiğe bağlanmış bir şekilde gidiyor ve sonunda sokakta sevgi dolu insanlar olamıyor ama onların  yerine birbini bıçaklayanlar, ona buna çatanlar ve sürekli birbirine sataşan insanlar hakim oluyor ve hepsi bir toplumu oluşturuyor işte!
Bunu önüne nasıl geçilir, nasıl önlemler alınır diye düşününce aklıma hemen şu dört kilit sözcüğün derin manadaki vurguları geliyor;
Özgürlük, sevgi, hoşgörü ve esneklik!
Her şey bu kilit manalarda yaşam buluyor çünkü...
Bu bizim toplumumuzda  nasıl oluşur  ya da hangi toplumlarda olur, oluşabilir?
Elbette kültür seviyesi yüksek, okuyan, yaşayan, kendini bulan insanların bulunduğu toplumlarda deriz belki hepimiz.
 Bunu sağlayabilirsek amacımıza ulaşırız ve hep oldurma peşindeyiz işte. Çünkü o kadar açız ve hasretiz ki gelişime, gelişmeye, medeni, refaha ermiş bir toplum olabilmeye...Her gün bu gelişmemişliğin acısı içimizdeyken yaşamlarımızı sürdürmek zorunda kalıyoruz;  arzu ettiğimiz bir seviyeye hala gelemediğimiz için kendimizi sorguluyoruz bir anlamda....
Ana temada hep  sevgi, gerçek bir eğitim, medeniyet var. Çözüm bunların varlıklarını güçlü bir şekilde hissetmek ve yaşabilmekte beliriyor...
Peki bizler dans ediyoruz ve bir kaç tanda dans ettiğimizde adeta bulutlarda salınıyoruz. Zaman zaman tüm dünyadaki saçmasapan olayların etkisiyle yere çakılsak da, dansla kopuşlarımızda yine de o müthiş, özgün, huzurlu, aşk dolu deneyimlerimizle ve dolayısıyla da ışıl ışıl enerjimize kavuşuyoruz. Özümüzü yakalıyor ve birbirimizle buluşmanın, anları, dansı, müziği paylaşmanın tadını doyasıya yaşıyoruz. Bizler şanslı bir kitleye aitiz belki ve o kadar da azınlıktayız ki aslında...O yüzden çok büyük olmasa da, bütüne minik normlarda katkımız olabiliyor ancak. Bu vesileyle, içsel tatminimiz arttıkça, insanlara tüm "insana ait" güzellikleri sunabiliyoruz. Bu sanatın her dalında ve insanın kendini özgürce ifade ettiği her alanda mevcut. Çünkü özgür insan, kendini öğrenir, yaşar, keşfeder, ifade eder ve tüm izlerinin gerçek yankılarını topluma kazandırır. Sonra da yine tüm dünyaya açılır ve onu kabullenir, ona enerjisini sunar, katkısını verir. Herkesin bir fonksiyonu vardır. Bir çevresi, dokunduğu kalpler, ulaştığı insanlar.... İşte misyon belki de hepimizi bir noktada buluşturuyor. Belki de en mühimi bütünlüğü ve sevgiyi yansıtmaktır hepimiz için. Belki de biz buyuz birer kar tanesi  şekline benzer sevgi  dolu yaşam pırıltıları ve evrenin sonsuzluğunda birbirine dokunan ruhsal temalar...Bütünlüğü oluşturan her molekülün birbiriyle rahat akışı sayesinde de her şey huzur içinde soluk bulan bir okyanusa dönüşüyor...
Sevgili Özgecan bu dünyadan korkunç bir şekilde göçüp gitti, ama geride artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak algılara sahip insanları bıraktı. Çünkü artık bu ülkede, hiçkimse böyle korkunç olaylardaki  şiddete dair çözümsüzlüğe tahammül edemeyecek durumda ve herkes gerçek çözümlerin peşinden gidecek; onları arayacak, bulacak ve oluşturacak, ondan eminim!
Bizim kanalımızda ise her şey normal seyrindeydi. İş, ev, ilişkilerimiz, dostluklarımız, hayatımız, milongalarımız... Her gün sabahları uyanıp, bize has, özgün rutinlerimizi yaşadık, anlarımızı dilediğimiz, istediğimiz şekilde doldurduk. Ben de gittiğim  bütün milongalarda yine sonsuz kopuşlarla dans ettim, güzel dostlarımla şahane sohbetlerin içine dalıp,  keyifle gecelerin tadını çıkardım.
 Perşembe "Para Bailar" milongasında Dj Ramo Gogo'nun hoş, leziz tandalarıyla gece boyunca durmaksızın dans ettim ve dansı üç gün boyunca özlemenin etkisiyle dansa kısmen doydum.
 Cuma Milongahane'de Dj Çağatay'ın birbirinden güzel tandalarıyla koparcasına dans ettim.
Cumartesi 333'te Dj Eşref'in hoş tandalarıyla ve Pugliese ikramlarıyla çok keyifle, güne uygun aşk dolu hislerle dans ettim, Utku ve İris çiftinin dört parçalık zarif,  duygu yoğunluklu danslarını izledim. Pazar Ponte'de gazete ve peynir, şarap ritüeli keyfine uzandığım masamdan piste akarak, Dj Ayşe'nin çok güzel tandalarıyla yine müthiş danslara uzandım ve huzur dolu bir akşam geçirdim.
 Hepsi birbirinden güzeldi, hepsi şu anki enerjimi sağlayan yoğun birer pırıltı, içimdeki aşkın ve müzik sevdasının yegane mihenk taşlarını oluşturuyorlar. Çünkü bu dansa ve içindeki her şeye o denli aşığım ki, tangoyla ilk tanıştığım andan itibaren farklı bir normda bir ben, benim artık.  Bu tutkunun içinde kulaç kulaç yüzmekten yorulmadan, yılmadan ilerleyen farklı boyutta bir insanım. Beni değiştiren, büyüten ve olgunlaştıran tango, enerjimin gerçek tınısı, frekansı ve rengi belki de artık. Yaşadığım sürece bu dansın içinde olmak, "connection"da kendimi an be an yeniden yaşamak, bulmak ve fark etmek üzerine  bir yaşamsal "master" yapmak istiyorum. Buna bir hayat adanır mı diyenler olabilir ama benim yanıtım kesinlikle şu olur,
"Adanır mı bilmem ama ben adadım gitti!"
 Hayatlarımızı adadığımız şeyler  çok özel , çünkü hep içimizdeki ruhu, derinliği, transı yansıtıyor ve tüm varlığımızı bu vesileyle de sonsuza dek özgür kılıyor. Gelişmek için, ona sarılmak ve bizi, biz yapan yollarımızda yılmadan ilerlemek gerekiyor. Buna ek olarak  özgün, kendine ait  renkleri bulmak, keşfedebilmek cesareti güçlendiriyor ve  bütünlüğümüzü olgunluk mertebelerindeki yoğun transal ve meditatif danslara ulaştırıyor.
 Şu an yurdumda, tangonun gelişiminden genel hatlarıyla çok  memnunum  diyebilirim ve bunun daha başlangıç olduğuna inanıyorum. Çünkü pırıl pırıl insanlar bu dansın içine tutkuyla dalmış ve kendilerinin olabilecekleri en iyi seviyeye ulaşmak için çaba gösteriyorlar. Buna saygı duymamak, bundan coşkulanmamak olanaksız kendi adıma. Muhteşem danslar, milongalar, anlar, organizasyonlar, mekanlar hizmetimizde ve kaliteyi her an daha da güçlendiriyor ve tüm konforunu tadımlıyoruz....Bir de saygı demişken, toplumumuzda ne kadar da hassas bir konu bu... O kadar yitiriyoruz, unutuyoruz ki bazen saygıyı, tüm dertlerimizin, sorunlarımızın, pürüzlerin ondan oluştuğunu düşünüyorum aslında. İnsana, düşünceye, karşı cinse, hemcinsimize, meslektaşlarımıza, sevgililerimize, ailelerimize, arkadaşlarımıza, sokakta tanıdığımız, tanımadığımız yabancılara, insanlara, çocuklara, yaşlılara ve  tüm ırkta, renkte, dinde, statüde olan insanlara duyduğumuz saygı...
Hoşgörü, esneklik, sevgi ve saygı evrenimizi gerçek boyutunda yansıtıyor, hissettiriyor ve genişletiyor bana göre. O yüzden diliyorum bu haftamız hepimize derin algılarla, hoş muhakemelerle, güzel, yaratıcı düşüncelerle, muhteşem eylemlerle dolu anlar sunsun ve hepimiz bunları hazla, mutlulukla paylaşalım, yaşadığımız tüm güzelliklerin tadını çıkaralım. Zira yaşam belli bir zaman dilimi içinde parlayan bir cevher. Onunla ne yapacağımız bize ait bir ses, tını ve realite. Güzel bir koro için, en güzel seslerimizi çıkaralım ve gerçek, geniş, güçlü bir sinerji oluştutlım diyorum.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla, coşkuyla selamlıyorum dostlarım. Yine tüm en leziz, renkli milongalarda görüşmek ve bize has o en  büyülü, yoğun connection"larımızda tüm sıradışı havasıyla süzülmek dileğiyle...
Ve diliyorum ki, bu kez aşkın rengi en güzel fonları ve ışıltıları yansıtsın, olmaz mı...**

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder