21 Eylül 2015 Pazartesi

Ruh eşimin Ömer Hayyam olduğuna karar verdim. İkimiz de üzüm ve ruhsal yolculuk aşıklısı olarak benzer frekanslarda hayatı soluyoruz diye...Bu üzüm rituellerinin sonrasında da  tangoya akıyorum ve ruhuma dokunuyorum. Bugün bir yazışmamda yaptığımız, seçtiğimiz bazı şeylerin hayatımıza anlam kattığını konuştuk. Arkadaşım yaşama dair anlamı daha farklı vurgularla sıraladı, belki yaptığın bir aktivite, belki hedeflerin, belki işin, ya da çocuğun, oluşturduğun ürünler olabilir mana yaratan şey dedi. Bense tek bir cümleyle yetindim aslında ve hiç bilmeden, düşünmeden pat diye ağzımdan çıktı o cümle ve
"Hayatın en büyük anlamı ruhuna dokunabilmektir" deyiverdim. Sonra da bu cümleyi derinlemesine değerlendirdim, ne kadar da mantıklı diye...Gerçekten bizler dokunarak ve bedenimizi hissederek kendimizi buluyoruz, yaşıyoruz. Bir de uçuşlar yaşayarak bunu deneyimleriz kuşkusuz!
Kırk yılda bir vapura bindiğimde, güneş batışını yakalamışsam görsel anlamda koptuğum ve bu eşsiz manzarayla büyülendiğim için bin adet fotoğraf çekip, paylaşımlarımın ötesinde martıları izlerken de hayatı uçmakla tanımlarım. Hoş gerçi çok şey uçmak için ya benim için. Hem solo, hem bütünlükle uçmaktır yaşamak diyebilirim ve yoğun translara bağlanmak, ruhlarımıza dokunarak akışmak da....
Şimdi koskocaman bir haftayı geride bıraktım ve az önce de haftanın son milongasını bitirip evime geldim. Ardından radyomu açtım ve yazıma başladım. Bir dünya deneyim daha yaşadım diye düşündüm yine. Duygusal anlamda olumlu, olumsuz, düşünsel anlamda renkli ve fiziksel anlamda bol hareketli. Yaşadıklarımız bizleri sonsuza dek dönüştürürken her deneyimle tekrar tekrar doğuyor ve yenileniyoruz. İçime dokunan bir şeylere ilgi duyuyorsam onlara yönelik ilgim sonsuza dek sürüyor sanırım ve hatta daha da derinleşiyor. Tango da onların başında geliyor. İnanılmaz insanlarla karşılaşmanın ve tanışmanın tadı bir yana, farklı arkadaşlar edindiğim ve çoğu insanı yakınen tanıdığım için bazı "challenge" larla da haşır neşir oluyorum. Çünkü benim çok sevdiğim iki, üç, beş insan, birbirinden hiç haz etmeyebiliyor, ya da mümkünse birbirlerinden en uzak mesafelerde bulunmak isteyebiliyorlar. Oysa hepsiyle paylaştığım anların ritmik yoğunluğunu anlatmam olanaksız. Geçen gün biraz canım sıkıldı. Bizler hayat boyu bulunduğumuz her çevrede rahat ilgi, sevgi gören insanlar olduk. Farklı olsak da belki de kabul edilir farklılıktaydık bilmiyorum. Bir takım eğitimlerden, iş çevrelerinden ve sosyal statülerden geçtiğimiz, iyi Türkçe konuştuğumuz için belki hiç bilmiyorum ama bazı gerçekten kalbi iyi insanlar görüyorum zaman zaman ve tangoya en az bizler kadar aşıklar. Yalnız onlar bizim kadar iyi  bir karşılama ya da hoş enerjilerle harmanlanmış bir kabul görmüyorlar. Bu beni gerçekten üzüyor aslında çünkü adaletsizlik ruhumu daraltan bir şey ve ülkemde çok görüyorum bunu. Malesef hepimiz zaman zaman yapıyoruz bu tür yanlışları bu arada. Kendimi kimseden ayırmıyorum. İnsanları bazen öyle sınıflara koyuyoruz ki, sanki yaptıkları her şey göze batıyor. Bu yüzden Türkiye'nin ve dünyanın neresinden gelirlerse gelsinler, hangi ten rengine, sosyal statüye, cinsiyete, cinsel tercihe, kültür, eğitim seviyesine ve iş potansiyeline sahip olurlarsa olsunlar hepimizin bulunduğu arena tangonun bütünlüğünü yansıtıyor olmalı. Gezi Parkı'na sahip çıkmak için başlatılan ve dünya çapına yayılan Türkiye Cumhuriyeti insanının farkındalığına dair demokrasi ve adalet amacı taşıyan bu güçlü sosyal hareket aslında bütünlüğün içimizde olduğunu ve daima birbirimizden nice olağanüstü şeyler öğrendiğimizi çok güzel kanıtladı hepimize ama yine de hala bulunduğumuz ortamlarda eski zaaflarımızla beliriyor, egolarımızda hapsoluyor ve insanları ayırıyoruz. Oysa medenileşmek çok farklı bir kavram. Bu nedenle ne kadar eğitim aldığımızın belli açılardan o kadar ekstrem bir önemi de yok belki de.. Ne kadar insan olduğumuzun  etkisi ise  tartışılmaz. Bence toplumları geliştiren de eğitimin başta insanlık kanalına doğru ağırlıklı olması. Yani şirketlerde birbirinin ayağını kaydırmaya uğraşan, ya da arkasından her tür hileyi, entrikayı yapan değil, her durumda insan kalabilenler değer görmeli. Diğerleri de bu manada insan olmaya özendirilmeli ve motive edilmeli. Türkiye'de nice eğitimsiz, eğitimli ve çok çok eğitimli insan yaşar, ama kaçı gerçekten kendini eğitmiştir tartışılır. Eğitmeyense her an, her yerde. Davranışlar, ifadeler, yaşamlar, düşünebilme ve hissedebilme potansiyelleri hep görünür, içte de olsa dışa daima enerjiyle dalga dalga yayılır. Bu nedenle gerçek bir gelişim isteniyorsa şayet insanların birbirini ezmediği bir toplum oluşturmaları gerekiyor. Nice eğitim şansı bulamamış olağanüstü insanla da tanışma şansım oldu. Öyle hikayeler dinledim ki, yaşamaları bile belki mucize bazılarının ve nice çok eğitimli ama zırnık insanlık dersi almamış olan insan gördüm, şaşırdım. Elbette çok sayıda da deli gibi çalışıp, didinip o aldıkları eğitimlerin de her pırıltısında emeği olan çok iyi eğitimli insanlarla tanıştım. Onlar hep farklıydı çünkü emek insanlığı oluşturan bir şeydi. Emek sarfeden bir insan önceliklerini bilir, şansı varsa onları yakalar ve oluşturur. Kendisi için en iyi potansiyelini ortaya döker. Bunun yanı sıra işte hepsi bir anlamda saygıyı hak eder çünkü herkes kendi insan olma yolunda binbir çeşit mücadelelerden geçer. Ben isterim ki, eğitim şansı alamayan insanlar, arzu ettikleri alanlara geçebilecek olanaklara erişsinler ve isterim ki deli gibi zenginlik içinde amaç yoksunluğu yaşayan nice pırıl pırıl genç de gerçekten ailelerinden sevgi, saygı ve ilgi görsünler ve tüm yaşadığımız olayın ve her insanın hayatımızdaki önemini hissedebilsinler. Hayat bir anlık nefesse, işte o nefesle nereye kadar yol alabildiğin mühim çünkü ne eğitimlerimiz, ne statülerimiz, ne başarılarımız kalıcı, diğerlerinin kalplerine, ruhlarına, tenlerine dokunmadığı sürece diye düşünüyorum. Bu görüşümü de sizlerle paylaşmak istedim. Belki bir çoğuna komik gelebilir buna bu kadar kafa yormam ama ayrımcılık beni çok derinden sarsıyor ve o yönden her daim bu azınlık kitlenin yanında olmak istiyorum. Mazlumu korumak, güçlünün gerçek manada gücünü temsil etmez mi zaten...?
Sonuçta muhteşem pırıltılarla dolu milonga deneyimlerimi yeniledim bu hafta da. Geçtiğimiz haftalarda sadece Armada'ya gidebildim. Dj Manuk'un harika tandalarıyla muhteşem bir milonga deneyimi yaşadım. Çok çok iyi dansçılarla tüm trans yüklü paylaşımlara uzandım. Erdal'la, Çağatay'la, Hayrettin'le çok iyi kalite danslarla canladım ve haftayı sadece bu yoğun tatmin sağlayan milongayla tamamkadım. Yeni halini görmeyen olduysa Armada'nın, çok çok ferah olduğunu belirtmeliyim. Ben bayıldım yeni rengine ve meyve tabağı da süper,
çilek bile vardı! :-)
 Bu hafta ise Çarşamba günü başadım milongalara.  Doha'dan bizi ziyaret eden Sezen'ciğimizle ve yeni yoga eğitmenlerinden biri olan Evren'ciğimizle ondan önce de Aslı'cığımla milonga öncesi üzüm ritüeline uzandık. Zaten bu keyif olmadan  milongaya pek nadir gider olduk. Hep diyorum üzüm de aşk benim için. Bunun detaylarını ayrıca belirteceğim. Sonrasında 333 milongasına geçtik. Dj Serpil'in çok güzel tandalarıyla coşarken geç gitmemize rağmen bir iki sıradışı dansa uzandık. Son olarak benim bayıldığım farklı bir Canaro "La Cumparsita" sında da gerçekten kendimi zeminin her noktasına bırakarak bitirdim. Bu Cumparsita'dan bence daha iyisi yok, onda Serpil'le de hemfikir olduk. Belki bir gün paylaşır sayfasında, duymaya hiç doyamıyorum :-)
Perşembe Günü Point Otel milongası gerçekten şahaneydi diyebilirim. Dj Ramo Gogo'nun hoş tandalarıyla o kadar iyi dansçıyla dans ettim ki hepsinde uçtum. En son da Hakkı'yla yine tüm enerjimi zemine monte ederek geceyi tamamladım. Kuşkusuz bir de salsa deneyimim oldu. İşin ilginci salsa müzikleri o kadar eğlenceli ki, salak salak hep gülümsüyorum...:)
Gözyaşı dökmektense, gülümsemek daha iyi. Güzel bir dansçı kitlesi tüm coşkumuzu sinerjinin merkezinde hissettirerek bizleri buluşturmaş oldu..
Cuma Günü Otra milongası enerji doluydu ve benim için yine muhteşemdi. Elbette milonga  öncesinde muhteşem dostlarım Aylin, Tuncay ve Giusseppe'yle yine üzüm ve sohbet transına kapılmanın etkisiyle milongaya geçtiğimizden olsa gerek o güzel enerjiyle manyak gibi dans ettik. "Tangesta" orkestrası'nı da çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. İyi iş çıkarmışlar, bravo! Dileğim bu denli iyi müzisyenlere sahip yurdumda daha nice orkestraların varlıkları bizleri sevindirir. Her şey başta müzik için değil mi sonuçta...
Dolayısıyla milonga çok kalabalıktı ve harika dansçılarla dans ettim. Bir kaç dansım ise tüm ruhuma kazındı yine. Giusseppe'yle olağanüstü bir enerjide milonga tandası, harika bir dansçıyla çok güzel bir tanda uçuşu, Pugliese'de Volkan'la connection yoğunluklu tınılar, Tuncay'la sevgi dolu danssal paylaşımlar, Erkan'la keyifli süzülüşler, Erman'la enerjik, coşku dolu salınımlar ve bütün harika dansçılarla trans dolu anlar. Dj Murat da gerçekten çok iyi çaldı diyebilirim, keyif aldım.
Orkestraların üzerimizde etkisi çok büyük oluyor. Canlı müziğin coşkusunu da hiçbir şeye değişmem. Kemanın kendisi, piyanonun nefesi, kontrbasın eli,  bandoneonun ruhu olabiliyorsunuz. Sanırım en azından ben öyle hissediyorum!
Muhteşem bir geceyi daha dostlarımla sohbetle tamamladım.
Cumartesi Günü Noa'nın sezon açılışına katıldım. İki iyi Dj Sabri ve Ali'nin müzik düetliğindeki gecede yoğun bir kalabalık hakimdi ve dolayısıyla güzel danslara da uzandık. Bir kaç dansım ise özellikle çok keyifliydi. Amerika'dan gelen bir Türk dansçı, tüm konforuyla Hakan, yüksek enerjisiyle Murat, tüm kalbiyle Erdem, hissiyle Utku, neşesiyle Alper, coşkusuyla Cem, güçlü enerjisiyle Hayrettin ve bir çokları.... Saat 3:30'lara kadar süren gecede yine yolluk isteme edepsizliğinde de bulunduk. Hatta Alper " 1,5 saattir yolluk çalıyor adamlar" demiş duymamışım. Bunu görünce de güldüm baya. Milonganın sonrasında da o "farklı" arkadaşlarımızdan biriyle Taksim meydanına kadar yürüyüp kültür üzerine ve farklılıklarımız üzerine sohbet ettik. "Farklı" arkadaşlarımızın olgunlukları beni bazen şaşırtıyor. Benim tahammül edemeyeceğim bir şeyi,  çok daha ılıman görebiliyorlar. Bu çok hoş!
O halde diyorum ki, hepimiz mümkün mertebe "farklı" olalım, bu kadar olgun olabileceksek!  ;)
Güzel bir geceyi daha yine tüm ritmiyle tamamlayıp anları noktaladım.
Pazar Günü yorgundum kuşkusuz ama sezon açılışına gitmezsem beni vururlar diyerek canlandım. Önce Ponte'ye uğrayıp güzel  dostlarım Ayşe, Sergülen ve Satılmış'la güzel sohbetlere uzandım. Dj İrem'in çok hoş tandalarıyla Murat'la, Aydın'la, Satılmış'la konfor yüklü danslara kapıldım, sonra geç kalmamak adına Para Bailar'ın sezon açılışına yöneldim. Çok kalabalık ve hoş enerjiye sahip atmosferde önce biraz dinlendim. Sonra çok güzel danslara geçiş yaptım elbette. Dj Ramo Gogo'nun coşkulu tandalarıyla bazı dostlarımla koparak dans ettim. Hüsrev Abi, Gökhan, Çağatay, Giusseppe, Ali,  Murat ve bir çok dostla daha uçuştum yine...O kadar hoş tandaların içinde yine de Pugliese tandasına daha da çok bayıldım. Can çıkar, huy çıkmaz ve Ebru Pugliese'siz yaşayamaz! :)
Gecenin ortalarında Nick & Diana  çiftinin beş parçalık renkli şovlarını izledik. İlginç ve farklı oldukları için performanslarından oldukça keyif aldığımı söyleyebilirim. Ne bacak var bazılarında kardeşim! :)
 Dolayısıyla bu güzel Academia milongasını da tamamlayıp haftayı bitirdim.. Gecenin karanlığından geçiş yaparak eve ulaştığımda da  kalbimin ve ruhumun ışığıyla buluştum yine.... Nasıl mı?
Elbette müzikle....Örnek parçalar,
Perla Batarla'dan "Baila Con Migo Amor" yani muhteşem bir " Dance me to the end of love " yorumu ile Cesaria Evora'dan "Carnaval de Sao Vicente" . Bu parçaya hayranım!
 Hemen dinleyin ve siz de kopun şimdi!
Yine bir haftam daha müzikle, dansla ve coşkuyla geçti. Dopingim hep iyi kalite üzümler ve muhteşem dostlarımla sohbetlerimdi. Hepinizi sevgiyle kucaklamadan önce demeliyim ki,
Bir üzümsever gözüyle üzümlere ait tatları deneyimlemenin en güzel yanı, farklı coğrafyalara, kültürlere, iklimlere, topraklara ait her pırıltının her zarif, narin üzüm salkımında kendini ifade edişini duyumsayabilmek, yaşayabilmektir. O unik tatlarla üzümün bulunduğu, yaşandığı, oluştuğu yılı ve ortamdaki havayı, suyu, insanı, zenginliği, renkliliği, aromayı ve coşkuyu tadımlarsınız...
 Üzüm sıradışı bir meyvedir, çünkü insanı olağanüstü bir kültür zenginliğiyle buluşturur ve her yudumuyla bambaşka okyanuslarla buluşturur. Bu nedenle üzümün o olağanüstü sürecini ve kendisini sadece sevmekle kalmazsınız, üzüme sonsuza dek aşık da olursunuz. Çünkü üzüm tüm renkliliğiyle, doğasıyla ve türüyle birlikte sizi en derin nüanslarınızla ruhunuzla, kalbinizle, içinizle, özünüzle buluşturur, coşkuyu yarattırır. Her şey paylaşımla da yoğunlaşır ve elbette bazılarımız da bu vesileyle hep üzümle yoğruluruz!
Madem bu yaşamlarımızda buluşmuşuz dostlarım, dileğim ölümlerimizde de ayrılmayalım. Sizleri seviyor ve coşkuyla selamlıyorum! :-)

7 Eylül 2015 Pazartesi

Şu hayatta bir insanın yaşamından ne daha önemli olabilir?
Örneğin ailenizden birinin canı pahasına işinizde terfi almak ister miydiniz,
ya da yanı başınızda birinin açlıktan öleceğini bilseniz bir buçuk porsiyon kebabı  yer miydiniz?
Görür görmez vurulduğunuz o muhteşem sarı duvarlı tripleks evi  almak isteseniz içindeki insanların zorla boşaltılmasını ve taramalı tüfekle katledilmesini ister miydiniz ya da daha fazla tatil yapabilmek için köleliliğin insanlık tarihi boyunca devam etmesini arzular mıydınız....?
İktidar için ve bir politikacı, bakan ya da en üst düzeydeki şahıs, şahıslar topluluğu olmak için yüzlerce insanın öldürülmesine göz yumar mıydınız...?
Kendi gücünüzün korunması pahasına insanlara ne olursa olsun, gerekirse ölsünler, aç kalsınlar, boğulsunlar, yok edilsinler diyebilir miydiniz...
Ben asla  bunları diyemezdim, aklımın ucundan bile geçmezdi bu korkunç düşünceler....Arkadaşlarım da asla istemezdi  böyle korkunç senaryolar ve halkımızdan hiçbir insan buna asla göz yummak istemezdi! İsteyemezdi, değil mi??
Peki nasıl oluyor da oluyor ve hepimizin içinden tüm bu kötülüklere göz yumanlar ve bu kötülüklere sebep olanlar doğabiliyor?
Az önce kendimi bulduğum, mutlu olduğum bir aktivitenin, "tango gecesine dair ruhsal ritüelim"in ardından evime ulaştım ve tüm sosyal medyadan, haber kaynaklarından 15 ila 30 şehit daha olduğunu öğrendim.  Daha bir saat öncesine kadar  o sevdiğim milongada Dj arkadaşımızın harika tandalarında muhteşem dansçılarla bol uçuşlu trans dolu dans yolculuklarına uzandıktan, Aylin, Tuncay ve Jens'le tatlı  sohbetlerle gecemi şenlendirdikten sonra, yine korkunç şehit haberleriyle sarsıldım ve yine aklım karmakarışık bir şekilde bu haftayı tamamlıyorum. Kafam karmaşadan uyuşmuş, ruhum, kalbim acı içinde. Oysa haftam  ne kadar da güzel geçmişti...
Biraz anlatayım  mı sizlere...
Pazartesi Günü uzun zamandır görüşemediğim ve çok özlediğim dostlarımla Giusseppe'lerde harika bir yemek şarap partisi yaptık. Çünkü her insanın hak ettiği bir şeydir güzel dostlarıyla lezzet dolu sofralara ve eğlence dolu sohbetlere açılmak. Eşsiz üzüm aromalarıyla ve şahane atıştırmalıkla güzelce tatlandıktan sonra Armada'nın son saatine yetişsek de, bu güzel milonga ortamının yeni ve çok beğendiğim halini de derin nüanslarda solumak, gecenin tüm renklerine danslarımızı da eklemek ve hafızamda o uçtuğum tandalarla dolu geceyi, olağanüstü tınılarda tamamlamak vardı öncelikle....
Ardından Salı Günü Sezen'ciğimle güzel bir Zencefil ritüeline kapıldıktan sonra, uzun zamandır gidemediğim La Cumparsita milongasına katılmak,Dj Gökhan Öner arkadaşımızın leziz tandalarının büyüsüne kapılmak, bolca dans etmekve  geceyi keyifle tamamlamak...
Çarşamba Günü uzun zamandır katılamadığım 333 milongasına koşmak ve Arjantin'den gelen Dj Sebastian'ın tandalarıyla sıradışı danslara ve muhteşem uçuşlara kavuşmak. Soreş'le, Hayrettin'le ve bir çok süper dansçı arkadaşımla uzun zamandır bu denli  kopmadığım kadar koparak, çılgınca dans etmek..
 Perşembe Günü,  "Duran Adam" olarak tanıdığımız Erdem Gündüz arkadaşımızın Ortaköy Meydanı'nda toplumsal sorunlara ifade sunduğu çağdaş dans performansını izlemek; biraz Ortaköy'de gezinmek  ve ardından Elmadağ Faros'ta Özlem'le ve Sezen'le muhteşem bir roze, peynir keyfine uzanmak. Akabinde Point Otel milongasında Dj Yüksel Şişe'nin gerçekten muhteşem tandalarıyla başta Erdem'le ve tüm dostlarımla uçarcasına dans etmek. Geceyi ikram  edilen sushilerle ve bir süre daha süren üzüm, meyve sohbetiyle tamamlamak...
Cuma Günü, Garaj İstanbul'da sıradışı bir performansa katılmak. "Song'" adındaki bu etkinlikte bir dinleme salonuna çevrilen salonda, minderler üzerine uzanıp, muhteşem doğa seslerini ve eşsiz şarkıları tüm en yoğun translarla deneyimlemek, ruhumuzun en derin nokatalarına ulaştığımızı hissetmek... Sonrasında Özlem'ciğimle Galata semalarına yürümek, harika bir yemek keyfine daha uzanmak. Taksim'in ara sokaklarını  bir kez daha neşeyle keşfetmek...
Cumartesi Günü  yemyeşil ağaçlı yollarda yürümek, ağır adımlarla, huzurla doğayı, doyasıya deneyimlemek, köklerime ulaştığımı hissetmek, dinginleşmek ve güzel filmler eşliğinde geceyi tamamlamak..
Pazar Günü önce günün gazetelerine göz atıp, deniz kenarında biraz huzur bulmak ve ardından Ponte'nin engin manzarasıyla tat ve konfor dolu duygulara uzanmak. Harika dostlarımla birlikte Dj arkadaşımız Çağatay'ın leziz tandaları eşliğinde duygu dolu translara kapılmak ve sonrasında eve doğru geçerken yine dumur olmak ve yine çok sayıda  şehit olduğu haberini almak ve tüm yazılanları da okumak!!
Hissettiğim şey ne mi..?
 İsyan, acı, üzüntü ve öfke!
 Ölümlere, korkunç oyunlara, entrikalara ve pis dümenlere inanamama hissi...
Bu ülkede ve dünyada öldürülen tüm insanlar için isyan ediyorum!!
Bu şehit haberleri bir yana, bir de üstüne bugün dün, ondan önceki gün Taksim sokaklarında yürürken gördüğümüz Suriye'li ailelerin taş zeminde uyuyan 5,10 aylık bebekleri, sokağın ortasına kıvrılmış kadın, erkek tüm  başka ülkelere canları pahasına göçmek zorunda kalan, savaştan kaçıp yaşamaya çalışan, çok zor bir mücadele veren 2 m. ötelerinde davul çalmasına aldırmadan orada uyumaya çalışan insanları görmek ve neler mi hissetmek, düşünmek ya da düşünememek....
İşte her gün tüm bunlara isyan etmek!! 
Bu denli korkunç bir dünyada nefes aldığım, dilediğim yiyecekleri yiyebildiğim, sevdiğim hobilerimle, tutkumu bulduğum, aşık olduğum alanlarla uğraşabildiğim, sıcak bir evim olduğu, dilediğimde tatil yapabildiğim ve tüm haftam boyunca mutlu olduğum için utanır bir haldeyim. Korkunç bir karmaşanın içinde debelenir halde hissdiyorum kendimi!
 Şanslı olmak bir seçim mi?
Şanssız olmak, ölmek zorunda kalmak seçim mi peki??
Yoksa oyun mu, düzen mi, sistem mi, gündem mi seçtirilenler ve zorunlu kılınanlar??
Artık bitsin bu işkence!
Artık insanlık bir kez de olsan lütfen kazansın!
 2015'li  yılardayız....Medeniyette ve insanlıkta tavan yapmamız gerekecek kadar gelişmiş yapı sunması gerekmiyor mu artık insan topluluklarının bu yıllar bütününde?
Tek diyeceğim, artık yetti bunlar!
Sözün bittiği, tükendiği, donduğu yerdeyiz!
Artık konuşacak ve yazacak gücüm kalmadı!
Bitsin artık!
Nokta.