1 Ağustos 2015 Cumartesi

Çok zor günler geçirdiğimiz bir dönem yaşıyoruz yine ülkemizde. Kurulamayan bir koalisyon hükümetinin varsayımları, ciddi patlamalarla, terör örgütlerinin üstlendikleri saldırılarla kaybettiğimiz gençlerimiz, askerlerimizi, polislerimiz, vatandaşlarımız için acımız ve tüm bu olanlara isyanımız bir yana karma bir halk olarak birbirimizi bir çok açıdan yargıladığımız bir sürecin merkezinde ve ortasındayız. Son yıllarda bir çoğumuz gelecekten umudunu bile yitirmiş olabilir. Zaman zaman bunu hissedenlerden biriyim. Diyorum ki, o kadar kötü bir dünya ki burası, tüm insanlık olarak nasıl bu hale gelmişiz... Birbirini sevmemeyi bırakın, vahşetle öldürmeler, nefretin insanı aşan yorumları, ırkçılıklar, farklılıklara karşı en negatif reaksiyonlar, eylemler ve yine de aynı dünya içinde yaşayan bir yığın her kültürden insanlar görüyoruz. Değişik, karmaşık ve belki de hiçbirimize tam uymayan bir sistemin içinde hapsolmuş gibiyiz sanki. Çünkü dünyanın belli bir takım insanlarının kafalarına esiyor - ki bu esintiler hiç de insani boyutta olmayıp tamamiyle çıkar, para ve olumsuz güç kanalına yönelik oluyor - ve kurdukları hazin planlara dünyadaki her insanın istese de, istemese de,  bunların bilincinde olsa da, olmasa da zorunlu olarak uyması şart koşuluyor! Gerçekten bu kadar trajik bir tablonun içindeyiz..
 Doğaya bakıyorum, hayvanların da kendi hayatlarını idame ettirmesi için bazı hayvanları avlaması ve türlerine yönelik besin zincirini oluşturmaları gerekiyor. Lakin daha fazla besine ulaşmak için ya da bir sonraki güne yemek bulmak için diğer avlandığı arkadaşını, ya da ona benzer bir cinsi katletmiyorlar. Burada adillik, hepsinin ya ekip olarak, ya da bireysel hayatlarını devam ettirici yöntemlere başvurmaları belki de. Türlerinin devamındaki çalışmalarında da sadece içgüdüleriyle hareket eden hayvanların dahi kur yapmadaki becerilerini görüyoruz. Daima iletişimlerinde bir rıza sözkonusu. Avlandıklarında da avlarının canını acı çektirmeden almaları bariz net bir gerçeklik. Çünkü kendileri de bir cana sahipler ve içgüdüsel olarak bunun bilincinde olmalılar...
İnsan dediğimizde de İQ su, EQsu, SQ su ve hatta nice Q su bulunmuş, beynindeki düşünme kapasitesinin sınırsızlığı her geçen gün daha da parlak keşiflerle genişleyen, yoğun bir enerji kümesinin ve zihinsel, kalpsel muamma bir canlının günümüzde geldiği noktayı incelersek , ne mi düşünürüz...
Suruç katliamı, sayısız terör saldırıları ve farklı entrikasal oyunlarla kendi türünü katleden insanları...Birbirinden nefret eden insan kümelerini...
O kadar manasız bir cehennemin içine sürüklenmişiz ki...Şu an insan türü taş devrinden daha geride fikrimce. Akıllı cihazlar kullanıp iyice aptallaşan ve tüm kalbini, ruhunu yitiren birer yokedici makine ve maddesel tapındıkları güçlere tapınma yolundaki zirve yarışlarındalar. Ne için mi?
Her şey para, statü, güç ve her şeyin mutlak orandan daha fazlası, daha da  fazlası ve asla yetmeyecek fazlası için!!
Elbette doğa da bitiriliyor, içinde yaşayan tüm canlıların da gözünün yaşına bakılmıyor!
Kendi türünü katleden bir yapının diğer canlıları koruması beklenebilir mi zaten..
İnanın son iki haftadır gündemdeki hazin ve korkunç dalgalardan ötürü kendime gelemedim. O kadar sarsıldım ki o harika amaçlarla Suruç'a giden gençlerin saldırıya uğramalarına ve ailelerinin, sevenlerinin, tüm Türkiye hakının onların parçalara ayrılmasına şahit olmasına...Kendi gençliğime döndüm o an ve orada yaşamını yitiren arkadaşların ailelerinin, yakınlarının acısını yüreğimde hissettim. Zorluğu tahmin bile edemeyiz. Korkunç bir acı olmalı, en şiddetlisinden!
Pozitif amaçlar, heyecan yüklü kalplerimizle bütünlüğümüzle tüm Güneydoğu'yu "Yeşil Öncü" olarak ağaçlandırdığımız günleri de anımsadım akabinde ve o gençlerle ben de yitip gittim o an. Elbette aileleri bir ömür yitip gidecekler zamandan ve bunun hesabını kimler mi verecek...
 Elbette diğer bombalı saldırıların da...Hepsiyle hepimiz perişan olduk!
 Hepimiz hem ülkemizdeki, hem de dünyanın pek çok bölgesindeki savaş senaryolarını ya canlı ya da haberlerden öyle ya da böyle yaşamaktayız...
Savaş ve terör insanı nasıl mı etkiliyor...
Sevgi ve mutluluk nasıl etkilerse, onun tam zıt istikametinde insanı yok oluşuna doğru yönlendiriyor mutlaka... Hepinizi yavaş yavaş eritiyor ve bitiriyor!
Konumuz hep yaşadıklarımız, yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz, algımız, ifademiz, hislerimiz, aksiyonlarımız, düşüncelerimiz ve yaptığımız her şey ya başta. Ekonomik boyutlarda da kaygı içerisinde olan bir iş dünyasının da içindeyiz bunların yanı sıra. Savaşın ve terörün kime ne şekilde faydası var ve olmuştur ki...Ama faydası olduğunu düşünenlerin ve savaştan fayda, çıkar yaratanların kazandığı bir dünyadayız. Bu durumdam acı çeken bizim gibi insanlar ise tangoyla ya da ruhunu yükselttiği bir aktiviteyle ruhunu beslemeye uğraşarak bu dünyaya güzel bir şeyler katma peşinde oluyor. Evet tangonun içinde, milongaların her birinde ürettiğimiz duygu yoğunluklu pozitif enerji dalgalarının tüm çevremize yayılmasını sağlıyoruz bir anlamda. En azından şahsım adına tangonun kalbinde kendimi özgür ve huzurlu hissediyorum. Yaşamımı farklı bir frekansla yakalıyorum. Müziğin, coşkunun ve insanlarla yaşadığımı derin bütünlüğün içinde yeniden kendi kendimi ve karşılaştığım nice yüreği tanımaya odaklanıyorum.
Her zaman dediğim gibi tangoda ruhsal bir aşk ve bütünlük hissediyorum. Bu evrensel yolculuğa yönelik sevgim ve tutkum bu nedenle, bu denli yüksek.
Kendimi moralman biraz toparlandığım günlerde ve bu yaşadığımız iki hafta boyunca sadece bir kaç milongaya gidebildim  Bu kez diğer haftalara göre çok çok azdı katıldığım milongalar elbette!
 Hareket zaman zaman güzel bir enerjiyle akan bir ırmak. Onun için ruh isyandan ziyade huzuru yakalayacak ama yakalayamadığında da huzuru o bağlantının içine dalarak bir şekilde bulacak. Yoksa hareketsiz donakalıyorsunuz ve hiçbir şey yapamıyorsunuz!
Geçen hafta önce Contact Tango ekibinin çok sevdiğim mekanları olan Portofino'da, Larespark Otel'in içindeki milongalarına katıldım. Arjantin'li Dj Vivi'nin müziklerinin iyiliğini de Almanya'dan gelen arkadaşım Jens'ten duymuştum. Dolayısıyla biraz erken giderek harika bir peynir şarap ritüeline uzandım önce orada. Sonra arkadaşlarımın da katılımıyla dans, enerji, sohbet ve tüm güzel hislerle ve ortamdaki sinerjik bütünlüğün enerjisiyle olağanüstü bir milonga deneyimine daha uzandım. Tüm çok iyi dansçı dostlarımla gelen kaliteli danslarım, bitiremediğimiz peynirleri ziyan etmemek adına paylaşarak sohbetlerde de komik esprilere kapıldığımız masamızdaki güzel insanlar, organizasyondaki ekibin güleryüzlü karşılamaları ve fotoğrafçı Erman'ın da her hafta sabırsız beklediğim karelerinin tınısal ifadeleri ruhumu yükseltti yine...
Tüm danslarım duygu, mutluluk ve enerji yüklüydü ve uzun zamandır dans etmememe rağmen sadece bu gece nonstop ettiğim tüm kaliteli danslarla muhteşem ve ful bir tatminle geceyi noktadım çünkü ayaklarımdan parmak uçlarıma kadar tüm enerji kırıntımı dahi zemine akardım ve  bu vesileyle de çok çok rahatladım! :-)
Perşembe Günü, Jens, Cem, Özlem ve bendeniz harika bir Solera ritüelinden sonra Para Bailar milongasına geçtik. Yine güzel, sevgi dolu bir kalabalıkla harika dans deneyimlerine uzandım, mutlu anlara kapıldım ve güzel bir enerjiyle milongayı noktaladım. Bu milongada da en çok beni mutlu eden şey, gerçek dostluk, rahatlık ve samimi bir enerjinin ortamdaki hakimiyeti.
Egolardan ziyade kalplerini görebildiğim dansçı dostlarımla aynı ortamı ve bu beni her gün daha da büyüleyen dansı paylaşmak çok büyük bir mutluluk veriyor. Bu enerjinin hoş yoğunluğu da, çoğu haftalar oradaki milongaları kaçırmamamı sağlıyor. Elbette dans kalitesi de en önemli unsurlardan biri. Hepimiz çok güzel danslar etmek istiyoruz. Çünkü iyi dans ettikçe, kaliteli dansçılarla tangoya dair yüksek irtifalara daha da ilerledikçe tüm varlığımızla kendimize ait en engin semalara yükseliyor ve dilediğimiz oranda, sınırsızca uçabiliyoruz...
Cuma Günü Milongahane niyetimi evde üzüm ve mini bir ev ritüeli ve milongasıyla noktaladım. Güzel üzüm sohbetinin yanı sıra Yasmin Levy parçalarının bazılarında ettiğimiz yalınayak dansların mutluluğu ve tatlı enerjisi hala üzerimde...O zaman tam dans ederken hissettim ve  dedim ki içimden,
"Ne olursa olsun bu dans çok başka. "Abrazo"ya açıldığın farklı anda bir şeyler oluyor ve zaman ve mekan duruyor. Sadece muhteşem bir coşkuya kapılıyor ve müziğin içinde yoğun frekansta, unik adımlarla dopdolu bir bütünlüğe ulaşıyorsun!"
Haftayı da bu iki şahane lokal milongayla tamamladım ve bu yeni haftamıza uzanırken yine milongasal serüvenlerin ilkini Çarşamba Günü Portofino'yla açtım. Geçen haftaya göre biraz daha sakin bir hava olmasına rağmen yine güzel bir lezzet sofrasının eşliğinde, güzel dostlarımız Eda, Ogün ve Aslı'yla harika bir sohbete ve komik esprilere kapıldık. Dj Sabri'nin hoş tandaları eşliğinde de Mehmet'le açılışı yaptığım danslarım  Erdal dostumla, Ogün'le, Özgür'le , Burak'la ve bir kaç dostla daha devam etti. Milonganın ortalarında da  şöyle bir şey hissettim;
"Bir milonga tandası çalıyor o esnada. Neredeyse dans etmek için duvarlara tırmanacağım kadar seviyorum o parçaları ve o denli enerjim yükseldi ki, lakin  "cabeceo"larımızı buluşturacağım kimseye ulaşamadım. Bir süre daha geçti ve o tanda eridi bitti. Baktım diğer tanda da güme gidiyor, artık istemeye istemeye ayağa kalktım ve ilk kez dans edeceğim bir arkadaşa bu dans teklifimi sundum. Arkadaş da gözlüklerini unutmuş o gün şansa. Komik olan şeylerden biri de  bu!
Ona "cabeceo" yapmaya çalıştığımı ama başarısız olduğumu söylediğimde "cabeceo"mu göremediğini belirtip  çok nazikçe özür diledi.  Sonrasında da çok güzel iki tandalık bir dans serüvenine kapıldık. O zaman düşündüm yine,
Böyle istisnalar dışında,  kadınların dansa davet etmek zorunda kalmadıkları bir milonga ortamı Arjantin havasını yurdumda daha da yoğun hissettirebilir daima. Çünkü dans etmeyi istemek hiç kötü değil, bilakis şahane bir şey. Dans etmeyi istemeyen hatta sıkılır gibi mızıkan partnerler mi, yoksa heyecanla dansa akan partnerler mi arzularız...
 Hem erkek, hem kadın dansçılar için dansı sevmek ve dans edebilirlik oranı çok mühim. Bu nedenle "cabeceo" yapmasına rağmen onları reddedebilen kadınlar olduğunu dahi bazı milonguerolarımızdan duyduğum gibi, "cabeceo" da pek sıcak takılmayan ya da görmezden gelebilen çok milongueronun da varlığını tahmin ediyoruz. Elbette herkes herkesle dans edecek diye bir şey kesinlikle yok. Eminim buradaki kastımı çoğunuz anladınız. Anlamayanlarsa zaten bunları çok sık yapanlardır ya da benim anlatma kabiliyetimdeki noksandır belki. Az yapanlara ise asla bir lafım yok. Hepimiz belki zaman zaman yaparız bunları ve o da tadı tuzu olsun  arada kapıldığımız egolarımızla yaşamımızın...:))
Bir de dik dik bakıp,hiçbir dansa yönelik davetsel bir hareketin gerçekleşmemesinden ötürü manasızlaşan ve yine de bu bakışları devam ettiren milonguerolar olabiliyordu geçmişte...O en şaşırtıcıhallerden biriydi. .Neyse ki yeni nesil milonguero(a)lar bu konuda çok daha  uzmanlaşıyorlar. Ee çağ, onların çağı...Ne de  olsa Arjantin Tango'nun geldiğimiz süreçte en güzel çağlarındayız yurdumda. Sayısız milonga, sayısız yöntemde ve stilde eğitmen var ve iyi ki hepsi de var. Çünkü hepsi bilgileriyle, deneyimleriyle değerli insanlar ve farklı kitledeki insanları bu dansın büyüsüne uyumluyorlar. Elbette birbirinden hiç haz etmeyenler ve stillerini kel alaka bulanlar da olacaktır. Yine de iyi olan ve kaliteyi temsil eden her zaman belli olur. Bundan kimsenin kaygısı ya da  şüphesi olamaz!
Dolayısıyla yine güzel enerjilerle dopdolu bir geceyi daha tamamlayarak evime  sakin adımlarla ulaştım.
Perşembe Günü uzun bir aradan sonra Point Otel milongasına gittim. O kadar çok özlemiştim ki oradaki ambiyansı, içeri girer girmez kalbim kıpırdandı ve güzel bir masaya yerleşip Dj Serçin'in özlediğim tandalarıyla Erdem'ciğimle öncelikli olarak pek güzel rakslara açıldım. Güzel kıvamında kalabalık hissiyle ve arkadaşlarımın yoğun olduğu bir kitlenin kucağında konumlandığım atmosferde sonraki rakslarıma da Özgür'le, İnanç'la, Giuseppe'yle ve bir çok dostla daha kapıldım. Bu arada salsa deneyimimi geçiyorum - onda pek eğleniyorum - ama pek nadir Chacarera yaparım, ve o gün de güyya yaptım. Bir an canım çekti, enerjim yüksek tabii ama yapmasam da olurmuş...Hakikaten facia benim chacareram. En azından o an öyle hissettim!
Sezarın hakkını, bu dansın icrasını iyi yapanlara vermeli..
Bulaşma  bu gıcık chacarera ritüeline Ebru, hatta ortamdan koşar adım kaç! ;)
Neyse bu komik enerji birikimi bir yana, yine harika bir geceyi daha Point'e has güzel terasında dolunayı izleme bahanesiyle soluklandığımız anlar da dahil olarak hoşça tamamlayarak haftanın milongalarını kendi kanalımda noktalamış oldum.
Bugün de mavi dolunay denilen ilginç bir kova hakimiyetindeki ay enerjisindeyken elbette niyetlendiğim Tangolic milongasının yerine Ortaköy'e kapılarak, akşamımı mehtabı ve yakamozu seyredalarak geçirdim. Muhteşem bir görüntüydü elbette ve bu güzel enerjinin etkisiyle eve girdince de buz gibi bir duşa  kendimi atarak derin bir huzur  buldum ve yoğun bir haz hissettim.
O an  için başka bir mutluluk bu denli bir keyif olamazdı. Suya değdiğim anda çıkan ve zihnimden ürettiğim "Coss"sesiyle hazzın doruklarına erdim!
Su yaşamdır ve yaşama dair çok şeydir daima..
Sonuç olarak tango dolu iki hafta harika bir enerjiyle tamamlanmış oldu. Yani gündemi düşünmediğimiz ve daha çok tangonun teninde yüzdüğümüz zamanlarda böyleydi demek istedim. Çünkü gündemi düşününce ruh sağlığımızı korumak çok zor oluyor aslında. Tangonun frekansında ise uçmadan yaşamak mümkün değil!
Bu nedenle  hep o bizi uçuran frekansa kapılıyoruz...
Tango belki de bazılarımız için hayatın aslında kendisidir. Sadece boyutu farklıdır ama akan tüm duygular ve uçuşlar kalıcıdır, eşsizdir ve gerçektir. Bu da hayatın bir anlamda kendisi olmasını doğrular!
Kimbilir hepimiz için daha nice anlamlara geliyor tango ve hepimiz yaşadığımız tangoyu pistlere ve buluştuğumuz kalplere taşıyoruz ve bunu her daim birbirimizle paylaşıyoruz. 
Diliyorum ki, önümüzdeki günlerde çok daha olumlu gelişmeler yakalayacağımız bir gündemin içinde yer alırız. Bunu tüm ülkem ve bütün halkımız için istiyorum.
Her şey sistemin parçası. Sanırım bunda çoğumuz hemfikiriz. Bu nedenle asıl düşünmemiz gereken şey, masum halkın içine sürüklendiği bir çok suçlamalardan arındırılması belki de...
Bir Türk'ün de, Kürt'ün de, Laz'ın da, Alevi'nin de, Sunni'nin, Ateistin, Hristiyanın, Musevinin, Budistin de tüm varolan insanların ülkemizde özgürce varlığını ifade edebilmesini ve dilediği şekilde yaşamasını arzuluyorum. Kötü niyetli ve entrika dolu amaçlara sahip insanlar var diye masum halkın haklarının ihlalini asla savunamam. Aslolan tüm ırkların, renklerin, inançların, başka ifadelerdeki bütün insanların hak ve özgürlüklerini, diğerlerininkini katletmeden yaşaması ve diledikleri şekilde varolmasıdır. Hepsi bu!
Asıl tartışacağımız konu da belki de sadece budur;
Yani bu ülkede kim gerçekten "özgürdür"ve kim "özgür değildir " i bir düşünüvermektir...
Son olarak Marcus Aurelius 'un  harika bir  sözünü hepimize armağan etmek istiyorum;
"İyi bir insanın nasıl olması gerektiğini tartışmayın artık,
  iyi bir insan olun."
İyi, sevgi, ışık dolu insanlar olalım diliyorum dostlarım!
Sizleri en içten sevgimle, saygımla, mutlulukla, bütünlükle, coşkuyla, sağlıkla, aşkla,  tatla, derinlikle selamlıyorum. En güzel danslar, en manalı yaşamlar, en derin dokunuşlar ve hisler hepimizin olsun! ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder